Blogger tarafından desteklenmektedir.
RSS

İlkbahar, Yaz, Arap Baharı, Kan..




Geçtiğimiz yıl haberlerde, gazetelerde ve diğer sosyal medya paylaşımlarında adını sıklıkla duyduğumuz bir manşete dikkatinizi çekmek istiyorum. Hatırlayacağınız gibi, geride bıraktığımız aylarda dünya gündemi “Arap Baharı” ve onun sıcak gelişmeleriyle doluydu. Adı geçen Arap toplumlarını merkeze alan ve ‘mevsimsel’ bir değişimle soyutlaştırılan bu kavram, aslında ciddi politik devrimleri niteleyen siyasi ayaklanmaların bir  bütünü. Bu isyanların günümüze kadar gelişen sonuçları ise artık net bir tablo çıkardı önümüze...Şimdi bir kaç dakikalığına sizleri ve kendimi bir ‘dünya vatandaşı’ gibi konumlandırıp Arap Baharı’nın açılımına değinmek istiyorum..

2011 Ocak ayında Kuzey Afrika’da ve ilk Tunus’ta fitili ateşlenen yoksulluk ve işsizlik karşıtı ayaklanmalar çok kısa bir zamanda Orta Doğu’ya da kaydı... Şubat ayında özgürlük ve değişim rüzgarıyla şekillenen Arap Baharı, Mısır’da halkın yönetim karşıtı isyanına dönüştü. Süreci takip eden sonraki aylarda, bu ülkelerde uzun yıllar iktidarda olan devlet başkanları, muhalifler tarafından devrildi. Bilhassa 30 yıllık iktidarından olan Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in devrilişi, dünyanın gözünü bu coğrafyaya çevirdi... Devrim sonrası bu ülkelerde yönetim, Ulusal Geçiş Konseyi adı altında ‘isyancı-sivil’ halkın idaresine bırakıldı... Sonraki aylarda yapılan serbest seçimler le de kendi yönetim biçimlerini belirlediler...

Batılı güçlerin ilk zamanlarda ‘seyretmeyi’ tercih ettiği bu ayaklanmalar, sonuçları meşrulaştığında giderek daha farklı bir seyir almaya başladı. Bu durumun en önemli göstergesi de Libya’da yaşandı. O tarihe kadar Arap Baharı’nın ‘en sert’ yaşandığı ülke olan Libya’da, gittikçe şiddetini arttıran isyanlar, devlet başkanı Muammer Kaddafi’nin aynı sertlikteki önlemleriyle kanlı bir iç savaş a dönüştü. Ardından tüm dünya bu krizi ve onu doğru yönetemeyen Kaddafi’yi kınamaya başladı... Haftalar sonra Nato’dan ‘müdahale' kararı çıkınca, köşeye sıkışan Kaddafi yönetimi bırakıp kaçtı  ve geçtiğimiz ekim ayında da muhalifler tarafından yakalanıp, tüm dünyanın gözü önünde linç edilerek öldürüldü... Böylelikle, daha fazla özgürlük ve daha iyi şartlarda yaşamak adına  başlatılan ama sıçradığı her ülkede amacından giderek sapan bu isyanlar, masumiyetini kaybedip, emperyalist güçler in iştahını kabartan bir paylaşım arenası na dönüşüverdi...

Uluslararası güçlerin, Arap Baharı ve onun ‘demokratik’ açılımını bahane ederek yürüttükleri paylaşım savaşı, Libya’da yaşanan bu sürecin ardından biraz daha netleşti. Devrim sonrası yönetimi ele alan Ulusal Geçiş Konseyi, ülke petrol lerinin bir kısmını ‘kendilerini destekleyen ülkelere’ vereceklerini resmi olarak duyurmuştu. Nato ve batılı destekçileri, Libya’daki çatışmaların aylarca sürmesinde bir sakınca görmediler, çünkü muhaliflere yapılan silah satışı da yine bu ülkelerin güdümünde sağlanıyordu...

2011 Nisan ayında Suriye’ye sıçrayan Arap Baharı, takip ettiğiniz gibi yerini bambaşka hadiselere bıraktı... Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a yönelik rejim karşıtı gösteriler, üzerinden neredeyse 1 yıl geçmesine rağmen halen ‘meşru bir çözüme’ ulaşamadı. Essad güçleri ve muhaliflerin kanlı çatışmaları ‘binlerce’ sivil halkın ölümüne yol açarken, Suriye’deki iç savaş tan kaçan  mülteciler aylardır komşu ülkelere sığınıyorlar..Arap Baharı’nın ilk ayaklanmaları kansız ve iktidarın çekilmesiyle amacına ulaştıysa da, Libya’da akan kanlar Suriye’ye de sıçradı ama büyük bir farkla; Çin ve Rusya’nın desteğiyle...

Büyük güçlerin aynı gerekçelerle bir başka çarpışma alanına dönüştürdükleri Suriye’de, kanlı çatışmalar hala devam ediyor... Emperyalist güçlerin de gövde gösterisi bu noktada birleşiyor. Başından beri Esad iktidarına desteğini sürdüren  RusyaÇin ve İran, BM Güvenlik Konseyi’nin bu bölgeye askeri müdehale yapmasına da şiddetle karşı çıkıyor. Suriye, Rusya’nın en büyük silah pazarı ve o bölgede muhafaza ettiği güçlü bir kale, Çin’in de en büyük petrol müşterilerinden biri... ABD ise Suriye’deki  bu isyanları ‘yönlendirmekle’ yetiniyor...Şimdilik... ABD askeri müdehale yapmaktan kaçınıyor çünkü Afganistan ve Irak’ta bunun bedelini fazlasıyla ödedi... Rusya, Arap Baharı’nı olabildiğince Suriye’de durdurma kararlılığında ve bu isyanların kendi coğrafyasına sıçramasından da endişe ediyor aslında...Diğer taraftan, Suriye’de rejim değişirse, Rusya’nın Akdeniz’de güvenebileceği bir liman kalmayacak. Kıbrıs Rum Kesimi dışında... Kısaca ABD ve Rusya 20 yıl önceki soğuk savaş günlerine geri döndüler ama bu sefer değerleri belirleyen Avrupa ...

ABD, Çin, Rusya ve Avrupa, Arap Baharı ablukasının başlıca sütunlarını oluşturuyorlar diyebiliriz. Amaçları, söz konusu toprakların yeraltı kaynakları ve devrimler sonrası yapılacak her türlü kalkınma hamlelerinden ihale alabilmek...Peki Türkiye bunun neresinde duruyor..?

Türkiye, hem Suriye’ye hemde -dolaylı da olsa- onun müttefiği Rusya’ya komşu bir ülke. Son yıllarda Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde duraksamalar yaşasa da, diğer taraftan neredeyse  bütün büyük güçlerin  gizli müttefiği konumunda. (bknz; İncirlik Üssü-ABD, Kürecik Üssü-NATO) Ancak ‘mevcut iktidarın’ varlığıyla Arap coğrafyasında da hatrı sayılır bir itibara erişmiş durumda...Türkiye, coğrafi konumundan dolayı hem batıya dönük politikalara uyum sağlamakta, hem de Orta Doğu’da söz sahibi olma yolunda...ve son yıllarda dünya basınında stratejik konumuyla adından oldukça söz ettiren bir ülke...Türkiye Cumhuriyeti, büyük bir asker olan Mustafa Kemal Atatürk  tarafından 'devrimle' kurulmuş bir cumhuriyet herşeyden önce...Günümüzde varlığını sürdüremeyen Osmanlı Hanedanlığı'nın merkezi konumunda iken, büyük bir bağımsızlık mücadesiyle  laik ve demokratik bir rejime geçti... Dolayısıyla, Arap Baharı ile Türkiye’nin bu geçmişi, diğer uluslar tarafından fazlasıyla ilişkilendiriliyor... Hatta, geçtiğimiz Eylül ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyet, Kuzey Afrika’ya gitmiş, Arap Baharı’nın ilk yaşandığı ülkeler olan Tunus, Mısır ve Libya’yı ‘laiklik’ sürecinde ziyaret etmişti..
        
 Arap Baharı, etkisi altına aldığı tüm ülkelerde yıllardır anti-demokratik bir şekilde iktidarını sürdüren liderlerin devrilmesini sağladı. Sistem karşıtı bu ayaklanmalar, aylar geçtikçe yerini kanlı çatışmalar bıraktı...Ardından uluslararası güçlerin emperyalizm kokan müdehaleleriyle amacından sapıp bugünkü şeklini aldı...
         
Kendimizi  sadece yaşatıldığımız ve yönetildiğimiz toplumun bir bireyi gibi düşünürsek, yalnızca o ülke sınırları içinde olup bitenleri bilmiş oluruz. Aslında ayrıntıların çoğunun sınırötesi nde yaşandığı ve yaşatıldığı bir dünya düzeninde bu bakış açısı çok lokal olmaktan öteye gidemiyor... Farkındalık, merak etmekle başlayan bir süreçtir. Bilgiye ulaşıp, bu verileri algılama ve birikimlerimizle anlamlandırmaya giden yol her zaman en sağlıklı düşünme biçimi olacaktır....Politik sistemlerde insana özgü bir ayrıntı aramak günümüzde neredeyse imkansızlaşmıştır. Bu sistemlerde insana özgü tek kavram ‘güç hırsı’ ve onun yapabilecekleridir...
                                                                                                                                                                                    Pelin Yılmaz



  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

0 yorum:

Yorum Gönder